Sevgili Arkadaşlar,
Öncelikle bir arkadaşımızın aşağıdaki güzel paylaşımı
için teşekkür ederim.
Bu konudaki çıkarabileceğimiz dersi ve görüşlerimi paylaşmayı
görev biliyorum.
Edindiğimiz/edineceğimiz ders; “herkes değişimci”
ama “bana dokunmayan…” şeklindedir.
Bununla birlikte duygu ve düşüncelerim ise; günümüze
uyarlayıp söylemlerimiz ile uygulamamız sonuçlarına göre;
- “iktidarın
gücüne kapılmak” ise ben demokratım ama başkasına “demokrasi gereğini yapmam”
tavrı,
- “seçimler
demokrasi gereği” ise sadece ben aday olunca demokrasi gereği yapılsın, aksi
halde “ben belirlerim” tavrı,
- “benim
çiftliğim” ise başkalarına ben izin vermedikçe “çiftliğime dokundurtmam” tavrı,
- “masumiyet
karinesi” sadece benim için gerekli olup “başkasına da kullandırmam” tavrı,
- “hakkaniyet”
ise sadece benim için gerekli olup başkalarının “hakkını da ben belirlerim”
tavrı,
… Buna benzer tavır örneklerimizi çoğaltabiliriz.
Günümüzün hastalıklı anlayışı olan “bencil ve
çıkarcı tavırlar” nedeniyle dernek, kooperatif, odalar, partiler…vs Demokratik
Kitle Örgütlerimizin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının
içi boşaltılmakta, güçsüzleştirilip DKÖ ve STK’nın amaçlarına ve
üyelerine hizmet etmesi de engellenmektedir. Yani yasalarımıza göre edilen
yeminler, DKÖ ve STK’nın tüzüğü ve amaçları, seçilme projeleri
ise bir anlam ifade etmemektedir.
Çünkü üyelerimiz “değişim istememektedir” diyebilir miyiz? Ya da
halkımız “vatandaşlık hakları”nı kullanmaması veya “demokrasimiz gelişmemiş”
diye mi yorumlayacağız?...
Sorunumuz; kapitalist sistemin rüzgarına
kapılmadan, canımız yanmadan, kimsenin hakkını gaspetmeden, gaspedilenlere göz
yummadan, haklarımızı kullanıp kullandırıp kullananlarla birlikte “değişim
isteyecek miyiz” diyebiliriz.
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç
birimiz…
Uygun bir zamanda, bir kahve eşliğinde daha detaylı görüş
ve önerilerimizi paylaşmak dileğiyle…
Sağlıcakla sevgiyle kalın.
Mehmet YALÇINDERE